Simitçi Amca, Mendilci Teyze
Sevgili Afet Ilgaz'in bugunku yazisi:
Bombanın patladığı yerde, çöp bidonlarının arkasında fakir fukara, sergisini açar, birkaç mendil, birkaç terlik, birkaç simit satarak rızıklarını çıkarırlardı. Bölgenin en kalabalık yeri, günün en kalabılık saatiydi. Evler ve dükkanların sarsılmasından sonra, irkilen esnaf sesin geldiği yere koştular.
Sesin geldiği yere koşanlar bir anda akın akın koşan insanlar haline geldiler. Birkaç dakika sonra ambulans sesleri polis arabalarının klaksonları, insan seslerini bastırdı. Sokaklardan çıkan, caddeden geçen ambulanslar insanların akın akın koştukları tarafa gidiyorlardı.
*
Dönenlerin yüzünde şaşkınlık ve keder vardı. Parçalanmış insanları görenler: “Çok ölü var” dediler önce, “parçalanmış kollar, bacaklar var” dediler.
Pencerelerden bakan kadınlar ağlıyorlardı. Burası İstanbul’un en dindar, en Müslüman, en sakin semtlerinden biriydi. Yahya Kemal’in elli yıl önce yazdığı şiire adını veren “fakir ve ücra semt”ti. Kocamustafapaşa’ydı.
Sonradan İki katlı, tek katlı ahşap ve tuğla evler, yüksek ve zevksiz apartmanlara dönüşmüş de olsa semt asli hüviyetini hâlâ muhafaza ediyordu. Bir tarafta Ramazan Efendi hazretleri, Sinan yapısı camisiyle; bir tarafta Sümbül Sinan, Bizans manastırından bozulma camisiyle duruyor ve İstanbul’un her tarafından, hatta Türkiye’nin her tarafından Müslümanları kendilerine çekiyorlardı. Hadise, Ramazan Efendi Hz.’nin karşısında olmuştu. Ev temelleri atılırken şehid kemiklerinin, Fatih’in askerlerinin kemiklerinin çıktığı mübarek bir semt!
*
Ajanslar hemen hadiseyi naklen vermeye başladılar. Bir ölü, 11 yaralı deniyordu. Simitçi amcadan, mendilci veya terlikçi teyzeden bahsediyorlardı. “Pasaj”ın önünden gelip geçen insanlardan... Fakir ve ücra İstanbul... Hâlâ mütevekkil, sakin, dindar hallerini muhafaza eden semt halkı... Eski günlerden kalma çok aile vardır. “Paşa”lar semti denirdi eskiden buraya. Paşa konakları, evleri burada olurmuş. Hâlâ surlara yakın yerlerde kafesli pencereleriyle tek katlı ahşap evler vardır. Camiler ya Sinan camiidir, ya Fatih, II Beyazıt zamanından kalma. Kanuni’nin odabaşısının camii ve Hadım İbrahim Paşa Camii, Sitti Hatun Camii, Yedi Uyurlar, Elekçi Baba, Uyku Dede, Hacı Kadın semti... Burası buram buram tarih kokar. Tarih kokardı. Şimdi bomba kokuyor.
*
Simitçi amca ve mendilci teyze... Kimbilir memleketin hangi tarafından geldiler buraya. Kırşehir’den mi, Yozgat’tan mı, Kastamonu’dan mı... Diyarbakır’dan mı...
“Diyarbakır şad akar, Urfa Mardin’e bakar...”
Bitlis’te beş minare “... Ata barı...” Oy Asiye Asiye... Adam cebinde taşır senin gibi gelini... Ege... “Bir gemim var, yelkenleri ıslanır.” Trakya... “İkimiz de bir boydayız, biz delikanlıyız.” Antalya... “Anamur yolları kayrak çakılı”... Kars... “Bu dağlarda ceylan gezer, tırnakların taşlar ezer.” Kerkük... “Altın Hızma mülayim, seni Hak’tan dileyim, yaz günü temmuz ayı, sen terle ben sileyim...” Kırşehir... “Avrupa kurban olsun kara kaşına.”
*
Bütün bu hüzünler toplandı keder yumağı oldu. Nineler, teyzeler, kız kardeşler, delikanlıların tek suçu oralardan geçmek, oralarda bulunmaktı. Bağırışlar, haykırışlar, ambulans seslerine, polis sinyallerine karıştı. Günahlar göğe yükseldi, ecirler ve sevaplar da. Kimi beratını sol elinden alacak, kimi sağ elinden. Ve hesap verecek... Hesabı olan hesap verecek. Boynuzu kısa olan koç, uzun olandan hesap soracak. Ahireti unutmuş olanlar yanacak. Dünyadaki yangın ne ki!..
Hesap günü gelip çatacak. Göz açıp kapayana kadar. Gözler orda, pasajın önünde yoksul sergisini açmış terlikçi abileri, simitçi amcaları, mendilci teyzeleri arayacak. Akşam eve para götürecek olmanın, haram bir işe karışmamış olmanın mutluluğu ile orada oturup kendikendine küçük ticaretler yapan tanıdık çehreleri arayacak.
*
Yazılmış olarak bekleyen “İstanbul” yazım, yarına kaldı. Türkiye’ye gündem dayanmıyor
Bombanın patladığı yerde, çöp bidonlarının arkasında fakir fukara, sergisini açar, birkaç mendil, birkaç terlik, birkaç simit satarak rızıklarını çıkarırlardı. Bölgenin en kalabalık yeri, günün en kalabılık saatiydi. Evler ve dükkanların sarsılmasından sonra, irkilen esnaf sesin geldiği yere koştular.
Sesin geldiği yere koşanlar bir anda akın akın koşan insanlar haline geldiler. Birkaç dakika sonra ambulans sesleri polis arabalarının klaksonları, insan seslerini bastırdı. Sokaklardan çıkan, caddeden geçen ambulanslar insanların akın akın koştukları tarafa gidiyorlardı.
*
Dönenlerin yüzünde şaşkınlık ve keder vardı. Parçalanmış insanları görenler: “Çok ölü var” dediler önce, “parçalanmış kollar, bacaklar var” dediler.
Pencerelerden bakan kadınlar ağlıyorlardı. Burası İstanbul’un en dindar, en Müslüman, en sakin semtlerinden biriydi. Yahya Kemal’in elli yıl önce yazdığı şiire adını veren “fakir ve ücra semt”ti. Kocamustafapaşa’ydı.
Sonradan İki katlı, tek katlı ahşap ve tuğla evler, yüksek ve zevksiz apartmanlara dönüşmüş de olsa semt asli hüviyetini hâlâ muhafaza ediyordu. Bir tarafta Ramazan Efendi hazretleri, Sinan yapısı camisiyle; bir tarafta Sümbül Sinan, Bizans manastırından bozulma camisiyle duruyor ve İstanbul’un her tarafından, hatta Türkiye’nin her tarafından Müslümanları kendilerine çekiyorlardı. Hadise, Ramazan Efendi Hz.’nin karşısında olmuştu. Ev temelleri atılırken şehid kemiklerinin, Fatih’in askerlerinin kemiklerinin çıktığı mübarek bir semt!
*
Ajanslar hemen hadiseyi naklen vermeye başladılar. Bir ölü, 11 yaralı deniyordu. Simitçi amcadan, mendilci veya terlikçi teyzeden bahsediyorlardı. “Pasaj”ın önünden gelip geçen insanlardan... Fakir ve ücra İstanbul... Hâlâ mütevekkil, sakin, dindar hallerini muhafaza eden semt halkı... Eski günlerden kalma çok aile vardır. “Paşa”lar semti denirdi eskiden buraya. Paşa konakları, evleri burada olurmuş. Hâlâ surlara yakın yerlerde kafesli pencereleriyle tek katlı ahşap evler vardır. Camiler ya Sinan camiidir, ya Fatih, II Beyazıt zamanından kalma. Kanuni’nin odabaşısının camii ve Hadım İbrahim Paşa Camii, Sitti Hatun Camii, Yedi Uyurlar, Elekçi Baba, Uyku Dede, Hacı Kadın semti... Burası buram buram tarih kokar. Tarih kokardı. Şimdi bomba kokuyor.
*
Simitçi amca ve mendilci teyze... Kimbilir memleketin hangi tarafından geldiler buraya. Kırşehir’den mi, Yozgat’tan mı, Kastamonu’dan mı... Diyarbakır’dan mı...
“Diyarbakır şad akar, Urfa Mardin’e bakar...”
Bitlis’te beş minare “... Ata barı...” Oy Asiye Asiye... Adam cebinde taşır senin gibi gelini... Ege... “Bir gemim var, yelkenleri ıslanır.” Trakya... “İkimiz de bir boydayız, biz delikanlıyız.” Antalya... “Anamur yolları kayrak çakılı”... Kars... “Bu dağlarda ceylan gezer, tırnakların taşlar ezer.” Kerkük... “Altın Hızma mülayim, seni Hak’tan dileyim, yaz günü temmuz ayı, sen terle ben sileyim...” Kırşehir... “Avrupa kurban olsun kara kaşına.”
*
Bütün bu hüzünler toplandı keder yumağı oldu. Nineler, teyzeler, kız kardeşler, delikanlıların tek suçu oralardan geçmek, oralarda bulunmaktı. Bağırışlar, haykırışlar, ambulans seslerine, polis sinyallerine karıştı. Günahlar göğe yükseldi, ecirler ve sevaplar da. Kimi beratını sol elinden alacak, kimi sağ elinden. Ve hesap verecek... Hesabı olan hesap verecek. Boynuzu kısa olan koç, uzun olandan hesap soracak. Ahireti unutmuş olanlar yanacak. Dünyadaki yangın ne ki!..
Hesap günü gelip çatacak. Göz açıp kapayana kadar. Gözler orda, pasajın önünde yoksul sergisini açmış terlikçi abileri, simitçi amcaları, mendilci teyzeleri arayacak. Akşam eve para götürecek olmanın, haram bir işe karışmamış olmanın mutluluğu ile orada oturup kendikendine küçük ticaretler yapan tanıdık çehreleri arayacak.
*
Yazılmış olarak bekleyen “İstanbul” yazım, yarına kaldı. Türkiye’ye gündem dayanmıyor
1 Comments:
Halil Bey Allah razi olsun ..
Mail gonderdim..
Post a Comment
<< Home