25 June 2006

Paddington Station ve civari

Bugun sabah, 10 treniyle East Grinstead'den Oxford'a gitmek icin yola ciktik. Uzucu bir sebepten Oxford'da bulunmak zorunda olan bir arkadasimiza destek olmak icin gidecektik. Ancak tren hareket ettikten az sonra, Londra'da bulusacagimiz arkadaslar aradi ve aksam 6'dan once arkadasimizla gorusemeyecegimizi soylediler.


6 bizim icin gec oldugu icin Oxford'a gitmekten vazgectik. Yola da cikmis bulundugumuz icin hic olmazsa Londra'daki arkadaslarla gorusup oyle geri donmeye karar verdik.



1 saat sonra Victoria Station'daydik. Pazar sabahi saat 11 olmasina ragmen etraf cok kalabalikti. Ozellikle turistler ve cocuklari ile muze, akvaryum, park vs gezisi yapmak icin yola cikmis anne-babalar kalabaligi olusturuyordu.




Victoria Station'dan sonra metro ile Paddington'a gectik. Yolda, sanirim usuttugum icin bobreklerim sancilandi. Cok sukur ki fazla uzun surmedi. Bobrek yetmezligi ceken insanlari konusup hem onlara dua ettik, hem halimize sukrettik. Tevafuk, bugunku Hurriyet gazetesinde, Turkiye'deki 40 bin kisinin bobrek nakli bekledigi yaziyordu. Organ mafyasini yok edebilmek icin organ naklini yayginlastirmak gerekiyor. Umarim yakin zamanda yapay organ calismalari olumlu bir sonuca ulasir.


Arkadaslar gelene kadar etrafta bir kac tur attik. Paddington Station'dan dogrudan Heatrow havaalanina, Ingiltere'nin diger sehirlerine trenler ve Polonya'ya ve Ingiliz sehirlerine otobusler oldugu icin, ellerinde bavullarla ortalikta dolasan, yerlerde otururak veya yatarak gelecek treni bekleyen insanlariyla istasyon kucuk bir havalaanini andiriyordu.

Fotograf makinasini yanimiza almadigimiz icin fotograflar oldugu kadar cikti artik:)




Burasi, genis bir kare blogtan olusan istasyonun "Paddington Station Hilton" cikisinin az ilerisi. Sag tarafta Hilton Oteli gorunuyor. Kirmizi otobus ve siyah, "minicab" yani ticari taksiler Londra'nin klasik simgeleri arasinda.

Minicab soforu olmak icin cok zorlu ve uzun bir calisma sonrasi, cok zor bir sinavi gecmek gerekiyor. Londra'nin butun caddelerinin, sadece ana caddelerin degil ara sokaklarin dahi isimlerini ezbere bilmek ve musteriyi, gitmek istedigi yere, bulundugu noktadan en kisa yol guzergahi ile goturebilmek gerekiyor. Istanbul'un taksicileri ile karsilastirinca biraz farkli bir durum tabii:)

Fotografin solunda; Metropolitan Railway Paddington Station yazan bir bina var ancak o bina eski tren istasyon binasi buyuk ihtimal. Asil istasyon tam karsi istikamette kaliyor cunku.



Burasi da sola bakinca. Binalar Nisantasi'ni hatirlatti bana. Neyse ki insanlar, Nisantasi insanlarini hatirlatmiyor:)

Parasi olan ama gorgusu olmayan zenginlerimizin, hem parasi hem gorgusu hem de insanligi olan Ingiliz zenginlerini tanimalarini isterdim. Ingiltere'ye Turkiye'den ozellikle yaz aylarinda turistik amacli gelen zengin Turk vatandaslarimiz 500 metre oteden goze carpiyorlar.Bir bakista Turk olduklarini anlayabiliyoruz. Cevrelerindekilerin haberi olmasa da; onlara tepeden bakislarindan, kaprisli tavirlarindan, klasik kompleksli-kibirli davranislari ile 5 karis asik olan ve icten/samimi bir gulus goremedigimiz yuzlerinden... Arkadaslar, amiyane tabirle; sizin kaprisiniz burada sokmez:) Siz Nisantasi'nda, Bagdat Caddesinde, kendi kucuk dunyanizda yasamaya devam edin. Buranin "esitlikci" havasi sizi bozar:)







Paddington Hilton Hotel'in karsidan gorunusu. Guzel bina.






Bu otobusler Londra'nin merkez bolgesinde, turistik binalarin ve gorulecek diger turistik alanlarin civarinda dolasan otobusler. Biraz pahali bir bileti var ancak aldiginiz bilet gun boyu gecerli. Istediginiz durakta inebilir, civari gezebilir ve bir sonraki otobusle yolunuza devam edebilirsiniz. Isterseniz tum gununuzu otobuste gecirebilirsiniz. Her otobuste ayrica bir de rehber bulunuyor ve bilgi veriyor.



Londra'da yasayanlar genelde, "Nasil olsa her zaman gorurum, giderim" mantigi ile turistik yerleri gezmeyi ihmal ediyorlar. Londra disindan gelenler, Londra'da yasayanlara gore daha fazla yer gezip goruyor:)




Tanidigimiz Hintli bir cift, Hindistan'dan gelen misafirlerinin Londra'yi gayet guzel gezip dolastiklarini, kendilerinin gormedigi hatta gitmedigi yerlere gittiklerini soylemisti. Misafirleri gordukleri yerleri anlatirken bizimkilerin oralari bilmiyor olmasi da elbette ufak capta dalga gecmelere yol aciyormustu. En sonunda kari koca bir gun, "Yeter artik bu kadar, o kadar bu sehirde yasiyoruz, bir gun gezeriz diyerek ihmal ediyoruz, bir de biz dolasalim bakalim" diyerek yukaridaki turist otobuslerine binerek tum gun turistik yerleri gezip ogrenmisler:)







Guzel binalar, hepsi de otel. Kucuk bir parka bakiyorlar. Parkin diger tarafinda, bu binalarin benzerleri var, onlar da otel. Ancak merkezde olan ve muhtemelen oldukca da pahali olan bu oteller (geceligi £50 civarinda) dikkatli bakildiginda hic de hos gorunmuyordu. Eski cerceveler, pis camlar... O kadar para verdikten sonra hic olmazsa cercevesi cami saglam olan bir yerde kalmak isterim sahsen. Pencerelerden goruldugu kadariyla icerileri de pek guzel ve temiz durmuyordu.








Girdigimiz bir dukkanda gordugumuz, sevdigim Hint cantalari. Turistik bir bolge oldugu icin fiyat £5. Biraz pahali geldigi icin almadim. Simdi bakiyorum da.. Alsa miydim acaba:)







Bir Hint restaurantinin onunde duran guzel bir ayrinti. Aslinda ayrinti olmak icin fazla buyuk ama:) Kirmizi ile duvara yazilan "Hotel" yazisi da Turkiye'yi hatirlatti.






Arkadaslarimizla bulustuktan sonra Paddington Istasyonu icerisinde dinlenmek icin oturduk. Sol kosede "sushi bar" goruluyor. Tum tezgahin cevresini donen bir sistemin uzerinde bulunan kucuk plastik tabaklarda servis yapiliyor. Isteyen istedigini aliyor ve istedigi kadar yiyor. Tabii tabak basina,tabagin rengine gore de bir fatura odeniyor.









Masalarin uzerinde dolasip, artiklarla beslenen guvercinler. Hijyen sifir! Londra Belediyesi Zabita Amirligi, uyuyor musun! :)







Saat 15.42 treni ile arkadaslari Oxford'a yolcu ettikten sonra yeniden Victoria'ya donduk. Bir seyler atistirip, "Eurabia" basligi atan The Economist dergisini alarak East Grinstead trenine bindik. Yukaridaki fotograf, Victoria istasyonu civarindan.




Konduktorumuz yola cikmak uzere iken, Ingiltere'nin 1-0'lik galibiyetini anons etti :) Hayat bugunlerde Avrupa'da, Dunya Kupasi uzerine kurulu.



Su anda Hollanda-Portekiz macinin goruntulerini izliyoruz. Futbolcular birbirine girmis mac sirasinda. Toplamda 16 kez sari kart gostermis hakem, 4 oyuncu da kirmizi kart ile atilmis..



The Econimsist'te hazirlanan Eurabia dosyasi, Avrupa-ABD-Islam iliskilerini ele aliyordu. O da yarina inshallah..





Fotograflar: tahin









tahin




24 June 2006

Ingiltere'de Turkiye Izleri 3




Dogu Avrupa Takimi



Dogusundan da olsa Avrupa takimindayiz:)





Fotograf: tahin

Ingiltere'de Turkiye Izleri 2 :)



"Ü", alfabemizin güzel ve güzide bir harfidir, sevelim&koruyalim:)





Ingiltere'de Turkiye Izleri 1



Fotograf: tahin

19 June 2006

Kemal'in Ordusu

Ingiliz kanali Channel 4'da bu aksam bir belgesel yayinlanmaya basladi: "The War of the World"



Programi sunan Profesor Niall Ferguson 20. yuzyilin yeniden gozden gecirilmesi/okunmasi gerektigini dusunuyor. Ferguson'a gore; 20. yuzyil iki dunya savasi ile bir soguk savastan olusmuyor. Onun yerine 100 yil suren, tek bir savastan olusuyor.



20. yuzyildaki bu savaslarin nedeni milliyetcilik akimlari degil, imparatorluklarin kendileri diyor.



Bu aksam programi izlemeye basladik. Ilk programin neredeyse yarisini Osmanli Imparatorluguna ayirmislar.



Osmanli nasil 1.5 milyon Ermeniyi katletti!



Osmanli 3000 yildir Anadolu topraklarinda yasayan, o topraklarda eserler birakan (O topraklarin asil sahibi "onlar" demeye getiriyor!) Rumlari nasil Anadolu topraklarindan kovdu.. vesaire vesaire



Bu arada bazi azinlik mensuplari Osmanli'yi sirtindan bicaklamaya kalkmis falan.. O onemli degil. Bahsi bile gecmedi, gecemez de zaten!



Bati devletler baska ulkeleri isgale gidince adi; "O topraklara Demokrasi goturmek" oluyor, sen kendi ulke topragini savunmaya kalkinca adi "soykirim" oluyor.

Yani ilk bolumde bol bol, Osmanli'nin, taabiyetinde bulunan azinliklari (600 kusur sene memnuniyetle ve muhabbetle muhafaza etmis olmasini es geciyorlar) 1. dunya savasi surecinde nasil katlettigini falan izledik, ogrendik (?!)



Bu arada tabii ki; Batili ittifak devletleri Osmanli'nin topraklarini isgal etmis, Canakkale'de yuzbinleri sehit etmis, Maras'ta musluman kadinin tesetturune el uzatmis, bir baska ulkenin topragini gaspetmis.. gibi hic bir soz du-ya-mi-yor-su-nuz!





"Batililar" 1. dunya savasi ile, "Nation States" yani "Millet Devletler"in kurulmasina "yardimci olmuslar!" Kim; "emperyalist gucler, isgal" falan gibi seyleri uydurmus ki!


20. yuzyili yeniden okuyordu profesorumuz degil mi?! Ah pardon!



Tencere dibin kara, seninki benden kara!



"Sütten çıkmış ak kaşıkları" izlediniz, 2. bolum haftaya!





Ah bir de; "Kemal'in Ordusu" lafi gecti.. "Kemal'in Ordusu kovalasin sizi" dedim!











tahin

Köylü olmak istiyorum!

Dun aksam, Turkiye'deki bir arkadasimla internette konusurken, bu hafta basinda Roma-Monte Carlo-Nice-Barselona gibi sehirleri iceren turistik bir tura cikacagini soyledi.



- "Amma fotograf ve yazi cikar bu geziden"
diye dusundum :)

Meslek hastaligi boyle bir sey olsa gerek :)



Monte Carlo gecelerinde giymek istedigi gece elbisesi ve ayakkabisi uzerine konustuk. Bir de beni kati fikirli gorurler:) Bakin iste, Monte Carlo gecelerine katilacak arkadasimla elbisesi ve ayakkabisi uzerine konusuyorum, daha ne olsun:)



*****




Mihmanhane guzel bir calisma yapmis, Fenerbahceli varsa aranizda, gidiniz, gorunuz derim:) Cok guzel olmus:)


Tiklayiniz



Fenerbahceli degilim ama bakiniz kati fikirli de degilim:) Her takimi sevelim, koruyalim..




*****




Asagidaki harita, 1955 yilindaki dunyada sehirlesme orani yuksek olan bolgeleri gosteriyor.





Bu da 2005 yilindaki durum!






Istanbul'un nufusunu 9.7 milyon gosteriyor. 19 milyon olma ihtimali daha yuksek maalesef:) En son nufus sayiminda Turkan Soray'in evini ziyaret etmeyi unutmuslardi. Onu unuttularsa kimbilir daha kimleri unutmuslardir...



Boyle giderse, istatistiklere gore, 2015 yilinda dunya nufusunun yarisindan fazlasi sehirlerde yasiyor olacak.



Hayirlisi olsun..!








Kaynak: BBC.Co.Uk





tahin

18 June 2006

Cerberus

Bogazici Universitesi, Almanya'da duzenlenen robot kupasinda ceyrek finale yukselmis. Cok guzel..

Ancak; robotumuzun ismi "Cerberus", Hurriyet 'teki habere gore; "Yunan mitolojisinde, yeraltı dünyası tanrısı Hades’in kapısını koruyan cehennem köpeklerine verilen ad."



Uluslararasi bir sampiyonada yer alan %100 bir Turk urun nicin Yunan mitolojisinden bir isim tasiyor?




Cemaat.Com'da yer alan Fahriye Yalçın'in yazisina gore ise;



17 Haziranda başlayacak ‘Uluslar Arası Türkçe Olimpiyatı’nın ödül töreni Myshowland’ de yapılacaktı; şimdi ise ‘İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’nde yapılacak. Hayır, yer değişmedi, Zaman’ın manşetinden okuduğumuz gibi mekanın adı değişti.



Myshowland’in sahibi Mustafa Özbey isim değiştirme nedeni olarak : ‘5 kıtadan yabancılar gelip Türkçe konuşurken ve Türkçe bir dünya dili olmaya başlarken benim yerimin adının İngilizce olması büyük bir saçmalıktı. Utandım. Türkçe olimpiyatını düzenleyen insanların heyacanını, Türklüğe, bayrağa ve Türkçeye olan sevgilerini görünce Myshowland’in adını değiştirmeye karar verdim.’ diyor.



Yeni ismi ile Istanbul Gosteri ve Kongre Merkezi'ni tebrik ediyorum.










17 June 2006

Cesaret=Barış

Ikinci Brighton Seferi

Gecen pazar ikinci bir Brighton gezisi yapmistik ama bloga aktarmaya vaktim olmamisti.

Bir onceki Brighton gezisi (Iste burada) turistik amacli idi, bu seferki M&M ciftinin is gezisi olarak tertiplenmisti. Biz de yanlarinda nasiplenmis olduk, sagolsunlar:)



Ancak evden cikarken makinayi almayi unuttugumuz icin istedigim gibi fotograflar cekemedim. Ne yapalim, buna da sukur..



Brighton'u seviyorum. Akdeniz kasabasi havasi tasiyor, insanlari sicak ve rahat. Sehirde iki universite oldugu icin universite sehri havasi da var.



Bir de kimse kirmizi isigi falan takmiyor:) Yolu bos goren atliyor. Ingiltere'de pek karsilasilabilecek bir durum degil:)







M&M isleri hallettikten sonra T. Bey'in evinde, guzel bir Brighton manzarasi esliginde cay icerek sohbet ettik. Zonguldak madenlerinden ihtilallere, kiyimlara kadar konustuk.







Burasi, evini ziyaret ettigimiz T. Bey'in evinin bahcesinden bir Brighton manzarasi. Evin mashallah cok guzel bir bahcesi var, bir de ustune bahcenin hemen onundeki genis yesillik alan Belediye tarafindan kiralanan parsellenmis topraklardan bir bolum. Ev sahibi, yillik kirasini odeyerek o bahceyi de kullaniyor. Boylelikle, cok genis bir bahce alanina sahip olmus oluyor.






Evin bahcesinden sola bakinca. Gorunen genis binalar, Sussex Universitesi.





Tepelerin ardinda Okyanus var..






T.Bey'in evindeki cay sohbetinden sonra yemek yiyecek bir yerler ariyorduk ki bize, ortaginin islettigi Italyan Restaurant'ini tavsiye etti. Mutfaktaki sefler ve bazi garsonlar Italyan oldugu icin, nasil derler, "konsept" aynen korunmus:)






Burasi, restaurantin oldugu sokaktan bir goruntu.









Yesil pancurlu evler:)









Bizimkiler, isimleri Italyanca, aciklamalari Ingilizce olan yemekleri siparis ederken epey bir zorlandilar. Bana gelince, supersonik Italyan aksanimla verdigim siparis sebebiyle garsonun once hayretini cekip sonra onayini almayi basardim:) "Iyi marifet yaptin" der anneannecigim duysa:)






Helal kesim et yedigim ve alkol de kullanmadigim icin musluman mutfagi disinda servis yapan yerlerde yemek secmek ve siparis vermek oldukca zor oluyor. Et secmedigim zaman, vejeteryan ya da balik seciyorum. Ancak Italyan mutfaginda oldugu gibi, yiyecekleri alkolle pisirdikleri icin ya da baligi diger deniz urunleriyle karistirdiklari icin (balik disinda diger deniz urunlerini de yemiyorum) uzun uzun talimat vermek gerekiyor. "No meat, absolutely no alcohol, not even one piece of sea food, except fish.. etc. etc."






Bana kalsa yemek yemektense, restaurantin tam karsisindaki bu kiliseyi gezmeyi tercih ederim ama baskalari ile yapilan seyahatlerde hep ortak karara gore hareket etmek gerekiyor. O yuzden kulturel gezileri kendi basima yapmayi tercih ediyorum. Herkesin ilgi alani ayni degil dogal olarak.



Bugune kadar yalnizca bir tek arkadasim, benimle birlikte mutlu mesut, saatlerce muze gezmisti. En sonunda kendime bir muze&kulturel aktivite partneri buldugum icin mutlu olmustum ama maalesef Isvec'e dondu.. :(



Bugun beni mutlu eden bir sey ise; Dervish Lodge blogumuzun

yabanci bir sitede yer almis olmasi oldu..



















tahin

15 June 2006

Sanat ve Sanatkar !

Su haberi okuyunca, universitedeki bir hocamin anlattigi bir sergiyi hatirladim.

Avusturya'da, postmodern bir ressam/sanatcinin sergisine katilan hocam, sergi salonunun bir kosesinde yogun bir kalabaligin bulundugunu gorur. Ancak eserin yanina yaklasanlar, bir sure sonra eksi bir suratla oradan uzaklasmaktadir. Ozellikle de kadinlarin cigliklar atarak olay yerinden kacistiklari gorulur :)



Ne oldugunu merak eden hocam da o koseye yonelir. lk basta ne oldugu anlasilmayan "eser", bir tuval uzerine bulanmis garip renkler ve sekillerden olusmaktadir. Yesil ve sari agirlikli olan "eser" "sanatcisinin" (kibarcasi ile) burun mukozalarindan olusmaktadir:)



Sanatcimiz yil boyu biriktirdigi mukozalari tuvale sivamis, sergilemektedir kisacasi:)



Sivama isleri de hep Avusturya'ya mi denk geliyor acaba..?




Bu mukozasal sergi de Istanbul bienalinde sergilenen bir performansi hatirlatti. "Ahlak ve terbiye sınırlarını" aştığı icin daha fazlasini anlatmiyorum :)












tahin

14 June 2006

Hem Şefaat, Hem Seyahat Inshallah!

Parada, kariyerde gozum olmadi hic. Hayallerimi para ya da kariyer uzerine kurmadim cocuklugumdan beri.





Her zaman; seyahat eden, renkli kulturlerin icinde yasayan, "kok salmamis" bir hayat suren insanlara gipta ettim.




"Cok okuyan degil, cok gezen bilir" sozune binaen; hem cok okuyan, hem cok gezen; surekli seyahat ve "kesf" edenlerden olmak istedim.




Heuz 7 yasinda, ilkokulda iken Japon olmayi, Japonya'ya yerlesip, orada yasamayi istemistim. Sonrasinda gormeyi ve yasamayi istedigim yerler arasina Italya, Isvec, Australya, ABD, Canada, bilimum Uzakdogu ulkeleri, Mogolistan Stepleri, Filistin, Afrika ulkeleri, çöller de dahil olunca anlasildi ki seyyah olma derdindeyim.

Ilkokulun ilk gunlerinde, ogretmenimizin klasik; "Buyuyunce ne olmak istiyorsun?" sorusuna maruz kalmistik pek cok cocuk gibi. Doktor, ogretmen, hemsire, arada bir kac subay cevabi olacak sekilde maksimum 4 meslekle cevaplar siralanirken, bu mesleklerden hic birisini istemedigimi dusunmustum. Hic birisi cazip gelmemisti:)



Bizim Ilkokul donemimizde "Kara Simsek" revacta idi. Okuldan sonra elele tutusup, biraz daha vakit gecirmek icin annelerimizi atlatarak genelde onlarin evine kactigimiz cocukluk arkadasim, Kara Simsek rolunu oynarken, ben de nedense:) dizide David Hasseloff'un uzatmali sevgilisi olan, aracin teknik islerinden sorumlu muhendis kizcagizi canlandirirdim:)




Yine ilkokul siralarinda, Turkiye'nin diger bir ucunda yasadiklari icin ancak yazlari birlikte vakit gecirdigim teyze kizi kuzenimle en sevdigimiz oyunu oynardik.



Anneannemin, karsilikli genis iki sedirinin bulundugu odasinda sedirleri paylasirdik. Bir tanesi kuzenimin, digeri benim karavanim olurdu. Kuzenim karavani ile dunyanin cesitli ulkelerini gezen ve kazilar yapan bir arkeolog olur, yaptigi kazilari fotograflayarak (digital fotograf makinasi:), adini koy-a-madigimiz, karavanimizda bulunan bir makina ve sistem ile (bilgisayar-internet)calistigi universiteye gonderirdi.



Ben de hem arkeolojik kazi calismalarini, hem de gezdigimiz ulkelerin haberlerini yine ayni makina ve sistem ile :) calistigi gazeteye gonderen, freelance, gezgin bir gazeteci olurdum. Hayatimiz o ulkeden bu ulkeye gezmekle gecerdi:) Bu arada arabayi istedigimiz zaman kendimiz surebiliyorken, istedigimiz aman otomatige aliyorduk:P Uzay araci mubarek:)



Ilkokul-ortaokul caglarinda oynadigimiz bir baska oyun daha vardi. Yine kendi kesfimiz olan bu oyunda, oyunculardan bir tanesinin elinin bes parmagi, kendisinin bildigi ve isimlendirdigi, herhangi bes ulkeyi temsil ederdi. Basparmak Cin, isaret parmagi Italya vs. gibi. Ebe olan oyuncu parmaklardan birisini secer ve oyun baslardi.



Oyunun baslangici hemen hemen her zaman ayni idi.



Ebe olan diyelim ki Cin'i secti:




  • -Cin'e tatile gittin ama pasaportunu, cuzdanini kaybettin, ne yaparsin? Derdini nasil anlatirsin?






ya da Italya;



  • -Italya'da kim oldugunu ispatlayacak herseyini kaybetmissin ve polis seni hirsizlikla suclayip hapse atti. Sucsuzlugunu nasil ispatlarsin?




Tabii verilen cevaplara gore de karsi taraf surekli bastirir.



  • -Turk tercuman bulmaya calisirim.


    -Diyelim ki bulamadin, ne yaparsin?


    -Konsoloslugu bulmaya calisirim.


    -Konsolosluk yok bulundugun ulkede, ne yaparsin?






  • -Diyelim ki aciktin, yemek yemen lazim ama parasizliktan alamiyorsun, ne yaparsin?


    -Birilerinden isterim.


    -Sana yemek vermek istemiyorlar, dillerini bilmiyorsun, derdini nasil anlatir, onlari nasil ikna edersin?




.. gibi sorularla o ulkeden kendimizi sag saglim ve temiz bir sekilde cikarabilecegimizi ispatlayana kadar, yani karsi tarafi ikna edene kadar devam ederdi oyun.



Universite doneminde, eski gunleri yad etmek icin oynamaya kalktigimizda, artik ikimiz de yabanci dil bildigimiz icin oyunun bir ozelliginin kalmadigini fark etmistik maalesef:)



Ortaokul doneminde once polis, sonrasinda da asker olmaya karar vermistim:) Ortaokul sonrasinda yapilan askeri okul sinavlarina kizlari almadiklari icin, sanki onlarin karariymis gibi hocalarima cikisirdim:)



Her zaman ikinci planda baska meslek ve ugraslar olsa da aklimda, OSS-OYS sinavlarina, yani son ana kadar askeri okul isteginden hic vazgecmedim. Oncelikle hava harp okulu, ikinci planda da kara harp okulu hayalimdi.



Ortaokul doneminde bir ara, daglarda tek basina yasayan bir avci oldugumu hayal ederdim! Hemen hemen butun hayallerimde yalniz basina yasayan, calisan, gezen bir insandim.



Genc kizlarin pembe hayalleri mi olur dediniz:) Su an pembe yazarken yazilisini garipsedim, yanlis yazmisigim gibi hissettim. Kimbilir ne zamandir "pembe" yazmamisim:))



Bir ara, hafif duzeyde cocuk doktoru olma istegi tasidigimi hatirliyorum ama hangi ara emin degilim:) Lise doneminde; Ege ya da Akdeniz'de, yine yalniz yasayan:) bir yazar olma hayali kuruyordum.



Yine o donemlerde politikaya atilma dusuncesi icinde idim:) Kulislere baslamis, oylari o zamandan hazir etmeye kalkismistim:)



Arkeololoji, psikoloji, tarih, felsefe egitimlerinde birisini alma ve film yonetmeni olma fikri ile lise donemini de bitirdim:)




Tum bu surecte degismeyen tek sey, dunyayi gezme istegi idi. Hem asker olup hem nasil farkli ulke ve kulturlerde yasayabilecegimi dusunmeyelim tabii:) Cocuklarin hayallerinde mantik aramayin:)



Iste bugun; parasi, kariyeri, sani-sohreti olan insanlara degil; ulkeden ulkeye gezen, binbir renkli dunyayi kesfe cikan insanlara gipta ediyorum.



Inshallah "hem şefaat, hem seyahat" nasip olur.. Hayirlisi ise.. Dileyen herkese..












tahin

Kuresellesme vesaire..

-Kuresellesme nedir?



- Iki Turk muslumaninin, simdilerde budist olmus bir Israil yahudisi ve budist olmus Katolik bir Alman ile, bir Ingiliz kasabasinda, Bangladeshli bir muslumanin servis yaptigi bir Hint restoraninda yemek yemesi ve Tayland'dan bahsetmesi olabilir mi?









-Bu da isin bir boyutu tabii :)













Bir diyalog:







tahin:
Hic Turkiye'ye gittiniz mi?







Ingiliz bayan:
Hayir, hic gitmedim.






tahin:
Mutlaka gidip gormelisiniz.






Ingiliz bayan:
Hmm.. tabii olabilir.





...








Ingiliz bayan:
Turkiye'ye ozel ne cins hayvanlar var?







tahin:
?!





Ingiliz bayan:
Mesela Afrika'da aslan var, oraya ozel falan. Turkiye'ye ozel boyle hayvanlar var mi?




tahin:




Ic ses:

Hmm.. Turkiye'ye hic gitmedigin belli ablacim:) Acaba kafasinda nasil bir Turkiye imaji var. Afrika falan ornegi veriyor:P Gidince hayalleri yikilmasin:)



Dis ses:
Ha oyle aslan falan.. Yok bizde oyle seyler:) Kedi, kopek.. falan var iste:)
Bir "Anadolu Kaplanimiz" vardi ama soyu tukendi maalesef. Gerci "orda burda gorduk" diyenler var ama.. Sanmiyorum ki hala var olsun.



Ingiliz bayan: Tavsan falan var mi?



tahin:





Ic ses:
Ablacim o kadar da demedik yani:) Turkiye'ye ozel cekirge bile var -soyunu kurutmadilarsa- ama bilmem ilgini ceker mi cekirge:P





Dis ses: Tabii canim. Tavsan falan var:P


Ic ses:

Olan tum hayvanlari tek tek saysam mi ki.. Daglarda yaban domuzu var mesela:P






..




Denizlerde balik var:) Kafeslerde kanarya..



Sivas Kangal'i soylemeyi unuttum!..








Bir baska diyalog:







Ladybird: (Kendi kizinin da oldugu bir kac Turk kiz ogrenciye) Ogretmenleriniz derste arkadaslarinizla konustugunuzu ve dikkatinizi zaman zaman derse vermediginizi soyluyor.







Kizlar: Ama arkadaslarimiz bizimle konusmaya calisiyor, bir seyler soruyorlar.. Konusmak zorunda kaliyoruz.





Ladybird: Olmaz! Bu konuda bencil olacaksiniz, kendinizi ve dersinizi dusuneceksiniz. Ders disinda konusursunuz ama ders sirasinda sizinle konusmaya calisan olursa onlari *ignore* edin.






Ignore: Gormezden-duymazdan gelmek. Aldirmamak.







Kizlar: Ama bu kaba bir davranis olur. Saygisizlik olur.







Ladybird: Asil arkadaslarinizin ders sirasinda sizinle konusmasi saygisizlik.











Aradan bir kac gun gecer..











Ladybird'un kizi: Anne, bugun ders sirasinda arkadasim benimle konusmak istedi, onu ignore ettim.







Ladybird: Aferin kizim.







Ladybird'un kizi: Sonra ogretmen benimle konusmak istedi, onu da ignore ettim!





Ladybird: Aferin kizim.



Ne?!?!





Ladybird'un kizi: Yanima geldi derste, konusmaya calisti ben de onu ignore ettim. Sonra beni sinifin en arkasina gonderdi!







Ladybird: Kizim ogretmeni niye ignore ediyorsun?





Ladybird'un kizi: E anne, dikkatinizi dagitmayin, sizinle konusmak isteyenleri ignore edin dedin ya :)













tahin

12 June 2006

Yurdum Almanı!



Az sonra okuyacaklariniz sizde kosarak olay yerinden uzaklasma hissine sebebiyet verebilir. Sorumluluk kabul edilmez :)



Universitede iken kaldigim ogrenci yurdunda bir kac yaz yabanci ogrenciler misafir edilmisti. Alman, Fransiz, vb. gibi kimliklere sahip olan bu arkadaslar kendilerine tahsis edilen zemin katta ikamet ederlerdi.



Bir gun, sabahin erken saatinde (6.30-7 gibiydi sanirim) bir seyler almak icin kantine giderken, merdivenlerden indigimde (hatirladigim kadariyla) Alman kizlardan birisine rastladim. Elinde tuvalet kagidi, her katta koridor basinda olan tuvaletlere dogru yuruyordu. Her katta ortalama 100 ogrenci kalir ve toplamda 6 kabinden olusan tuvaletler kullanilir.



Kantinden donuste Alman kizimiz da tuvaletten cikmis, koridorda odasina dogru ilerliyordu. Ancak tam olarak ilk anda anlayamasam da durumda bir gariplik seziyordum. Diger zamanlarda bu goruntuye eslik eden "bir sey" o anda yoktu..



Terlik sesi!



Bir kac saniye icinde farkina vardim ki, sabahin o erken saatinde, o sessizlik icinde bir ayakkabi ya da bir terlik sesinin koridorda yankilaniyor olmasi gerekirdi ancak kizimiz sessiz sakin yuruyordu.



Tabii bir anda gozlerimi daha once farketmedigim ayaklarina cevirdim. Her adim atisinda kaldirdigi ciplak ayaklarinin alti simsiyah idi. Ve bu kizcagizin az once 100 kisinin kullandigi alaturka tuvaletlerimize dogru yine bu sekilde, ciplak ayak yurudugunu hatirlayinca olay yerinden kosarak uzaklastim :)



Bu kadari, benim gibi hem rahat bir yapiya sahip olan, hem de yillarca toplu yasam surmus ve pek cok kosulu rahatca kabullenebilen bir insan icin bile fazlaydi :)






Bu ayaklar cok bile temiz :)



Foto Kaynak


tahin

10 June 2006

Ahmet Necdet Sezer’in Kastettiği Mürteci Benim!

Jerfi QAZAQ

...

“Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir.”

Bu sözler Ahmet Necdet Sezer’e ait. Bu sözü kayıtlara düşmek lazım. Saatli maarif takvimlerimizde yerini almalı, takvim yapraklarının hikmetli sözlerine işlenmeli. Unutulmamalı bu söz. Unutturulmamalı... Bu sözler unutulur giderse bizim kendimizin farkına varmamız da imkansızlaşacak gibi geliyor bana.

...

Ne demektir bu söz?

İslam’ın toplumsala dair yönünün törpülenerek, sekülerleştirilmesi ve günümüzün Hristiyanlık anlayışına uygun bir hüvviyete kavuşturulmasından başka bir şey olmadığını söylersek belki Amerika’yı yeniden keşfetmenin ötesinde bir şey yapmamış olacağız ama dilden başka bir cümle de çıkmıyor neticede.

Peki neler yasaklanabilir?

Cuma namazları yasaklanabilir mesela.. Öyle ya bireysel bir din olmalı ise bu din öyle topluca haftanın bir günü toplanıp da nümayiş gibi ibadet etmenin ne anlamı var ki? Herkes kendisi kılıyorsa kılsın kılmıyorsa da Ahmet Necdet Sezer ne yapsın? Buradan yola çıkarsak eğer camilerin de kapılarına pranga vurulmalıdır. Başka da çıkar yol yoktur. Tolumsala dair bir din arzu edilmemektedir ne de olsa. Çocukların sünnet olması da yasaklanmalıdır. Hem çocukların kendi iradeleri dışında uzuvlarından birisinin bir parçasının kesilip alınması da ne demektir kuzum? Bu işin başka bir yönü ama bu sünnet merasimlerinde tekbirler falan söylenir durur hep bir ağızdan. Topluca.. toplumsalca... Derhal yasaklanmalı. Hem bu yasağa ilişkin düzenlenecek kanun maddesi geçmişi de kapsayacak şekilde düşünülmeli. Evvelinde sünnet olmuş herkes potansiyel mürteci sayılmalı. Gerekirse kontroller için sünnet kulübeleri kurulmalı şehirlerin dört bir yanlarına. Çıkarılmalı ve gösterilmeli icabında. Sünnetlilerin de tıpkı başörtülüler gibi üniversitelere girişi yasaklanmalı. Düğünler sonra. Kız istemeler falan.. Allah’ın emri Peygamber’in kavli.. diye başlayan cümleler toplum huzurunda kurularak evlilik sürecine başlanmışsa bu evlilik geçersiz sayılmalı. Bu evlilikten doğan ya da doğacak çocuklar piç sayılmalı. Toplu yerlerde selamun aleykum ile cümleye başlayıp, cümlesinin sonunda Allah’a emanet olun ya da gibilerinden toplumsal mesajlar içeren ibareler kullananlar hakkında derhal tahkikat başlatılmalı. Örneğin Hacc yolculukları toplu toplu olmamalı. Ezanlar susmalı mesela. Hatta toplumsal yönü itibariyle düşünüldüğünde camiler kökünden kazınmalı. Verilen hutbeler içerisine NLP falan gibi kişisel konular serpiştirilmelidir. Allah ne muradın varsa versin şeklinde birine dua edenler toplumdan dışlanmalılar. Öyle ya karşındaki adamın muradının ne olduğunu ne bileceksin be adam! Ya adamın niyeti kötüyse? Eyvah ki ne eyvah...

Laiklik konusunda Sezerkadar hükümetin de hassas olduğunu belirtmiş Mehmet Ali Şahin... Sayın bakanımız;

“Sayın Cumhurbaşkanı’nın elinde irticaî faaliyet yapıldığına dair delil varsa, bana intikal ettirsin gereği yapılır”

buyurmuş.

Ben kendimi ifşa ediyorum sayın bakanım. Sezerin kastettiği mürteci benim. Buyrun gereğini yapın. Benim namazımı cemaatle kılan, benim sünnetli, benim babamdır eşimi isterken Allah’ın iznini lafının en tepesine yerleştiren, arkadaşlar ve ailemle toplaşarak Hacc’a da gideceğim biiznillah, selamın en hasını, en güzelini her yerde de veririm, milleti Allah’a da emanet ederim, eşim de başörtülüdür, Merkez Bankası’nın başına atamayı düşündüğünüz ama ilgili makamca reddedilen Adnan Büyükdeniz hakkında da iyi şeyler düşünmekteyim. Sayın bakanım biz vetoyu, Müslümanlar olarak kendimizi adlandırdığımız, ve başkaca adlandırmalara gerek görmediğimizden ve Müslümanlardanım demeyi de önemsediğimizden beri yemişiz zaten.
Gereği düşünülsün, kalem kırılsın artık.

14/04/2006

Cemaat.Com






tahin

07 June 2006

Müslüman Vaizeler

Magda Amer, Kahire'nin belli basli camiilerinden bir tanesinde vaizelik yapiyor. Misir'da son zamanlarda gundemde olan "musluman vaize (kadin vaiz)" akimi icinde yer alan kisilerden birisi.

Hukumetin, karsiliginda maas odemesi yapmadigi vaizelik gorevi icin, iki yillik egitim sonrasinda alinan sertifikaya sahip olmak sart.

Magda Amer soyle diyor;

Bir zamanlar mini etekler giyen, uzun sacli bir bayandim. "Ortunmek" hayatimin en zor karariydi.

____&____


"Ortunmek" benim icin buyuk bir mucadele idi. Annem ve butun ailem bana karsi cikmisti. Herkesi ikna etmek icin savasmak, guclu olmak zorunda kalmistim. Insanlarin bana vucudum ve saclarim icin bakmasini istemiyordum.

Artik sokakta, eskiden oldugu gibi rahatsiz edilmiyorum, kendimi huzurlu hissediyorum. Basortusu kullanmaya basladigim zaman erkekler bana saygi duymaya basladi.


____&____


Batililarin kafasinda oldukca kotu bir "Musluman Kadin" imaji oldugunu farkettim. Egitim almaya ve Kur'an-i Kerim'i duzgun bir sekilde okumayi ogrenmeye karar verdim. Vaizlik Enstitusu'nde iki yil egitim aldim.

Babam vaize olmama karsi idi. Vaizelik icin maas odenmediginden gecimimi saglayacak bir is sahibi olmam gerektigini soyluyordu.

____&____


Camii'de kadinlara vaaz veriyorum. Islam hukuku, Islam'in 5 sarti, evlilik, bosanma, kadin haklari, miras hukuku konularinda konusuyorum.

Islam hakkindaki kemiklesmis kliselere tahammul edemiyorum cunku gercek bu degil! Batililar Islam'da kadinin baski ve zulum altinda olduguna, haklarinin elinden alinmis olduguna inaniyorlar. Bu dogru degil. Islam kadar kadini destekleyen ve ona haklarini veren baska hic bir sey yok.

____&____



Benim vaazlarim, kadinlarin Şeyh'e sormaya cekindikleri konular uzerine. Acikcasi cinsel konular uzerine.. Pek cok kadin oldukca utangac, onlara "Utanmayin, bu sizin hakkiniz" diyorum.

____&____



Benim evim bir kutuphane. Okuyorum, okuyorum, okuyorum. Ayni zamanda Islam hukuku, abdest, islamda haklar uzerine kitaplar yaziyorum.

Feminst degilim. Feminizmi batiya ait bir sey olarak goruyorum. Elbette kadin haklari ile ilgiliyim ancak sadece islam hukuku cercevesinde. Asla bir kadinin her alanda erkekle esit olmasini istemem.

Fiziksel olarak, kadinlar ve erkekler, birbirimizden farkliyiz. Birbirimizi tamamliyoruz.

____&____



Bu benim ikinci evliligim, Misir'da pek rastlanmayan bir durum. Ilk evliligim 30 yil surdu, ilk esimle evlenmem benim adima, baskalari tarafindan alinmis bir karardi.

Mutlu degildim, esim dindar degildi ve birbirimize uygun degildik. Bosanmayi ben istedim.

Zordu ancak pisman degilim. Kendim icin yasamak istedigime, kendimi dusunmek istedigime karar vermistim.


____&____



Ortunulen, gercek basortu olmali. Su anda Misir'da kullanilan, gercek basortu degil. Ortu basin etrafina sıkıca sariliyor ve renkleri cok gosterisli. Basortusunun amaci gosteris yapmak degildir. Ayrica kadin, parlak renkler ve dar kiyafetler giyerek dikkatleri uzerine cekmemelidir. Şık olunabilir ancak gosterisli olunmamali.

Genc nesil bagimsiz oldugunu gostermek istiyor. Herseylerini kaybetme riskine giriyorlar.


____&____


Kadin oldugumu hissetmek hayatimin beni mutlu eden bir parcasi. Bunu kaybetmek istemem. Kadinsiligim benim icin onemli.

Evimin kapisini actigim zaman, egitimli olmama ragmen "eş/zevce" rolumu oynuyorum. Yemegimi pisiriyor, cocuklarimla ve esimle ilgileniyorum. Rolumu, Allah'in beni yarattigi sekilde yerine getiriyorum.


____&____



Hayattaki onceligim teblig/insanlari islama cagirmak. Bu konuda fedakarlik yapamam. Kitaplar yazmak, islami savunmak, yanlis anlasilmalari cevaplamak. Dinin yanlis uygulanmasi ile gercek arasinda cok buyuk bir fark var. Birisini elestirmek istiyorsaniz once "dogru"yu ogrenin.

Bazi sorular erkekler tarafindan cevaplanamaz. Bunun, benim isim oldugunu hissediyorum. Umarim kadinlara ornek olan bir kisiyimdir.





Fotograflar ve Haber: Holly Pelham
Kaynak: BBC.Co.Uk


Ceviri: tahin

06 June 2006

Fotoğraftaki Su

Sibel Eraslan

Eliyle, bardağın ağzını kapadı: "Su içerken dikkat ederiz kızım…" dedikten sonra, konuşmasına devam etti. Elimdeki sürahi, ateş kesilmişti sanki, içindeki su kor gibi yanarak, neredeyse ellerimden yuvarlanıverecek… Oysa, yetmişlerdeki yaşına rağmen, iki saati aşan bir coşkuyla Ehli Beyt'i anlattığı konferansından sonra, belki susamış olacağını düşünerek su tutmuştum Üstad'a…

Rahmetli Dr.Haluk Nurbaki hoca, dünya gözüyle tanımış olduğum, en büyük Ehli Beyt aşıklarındandı. Bu özel hatıraların bende saklı kalmasına hep özen gösterdim. Hazreti Hüseyn derken, içindeki hıçkırıkları ve gözlerindeki mahzun ateşi neredeyse ellerinizle tutacağınız gelirdi. Hep hamdeden bir lisanı hal içindeydi, ama, su'ya biraz kalbi kırıktı Hüseyn'den dolayı.

Madem o Evlad-ı Resul, kana kana içememişti… Madem o Cennetin iki küpesinden biri, ciğerleri susuzluk ateşiyle parça parça olarak veda etmişti bizlere… Madem o Nebi emaneti, suya varmak isteyen avuçlarından oklanarak yarelenmişti… Madem Ehli Beyt'in su'ya ahdı kalmıştı… İşte bu ahdın hürmetine, uluorta su içmez, kana kana su'ya elbette doyamazdı…

El alem içinde, su'yu başına diktiği hiç görülmemişti, ben onun yalnız başınayken de su ile bir gönül davası olduğunu hep zannettim. "Su içerken dikkat ederiz kızım…" cümlesi de, böyle özel bir edep vasiyeti, paylaşmak istedim.

Paylaşmazdım aslında, bana yapılmış bir tavsiye zira… Kimseyi ilzam etmez.
Fakat, bir Ramazan günü hem de ulusal-resmi bir protokolde, hiç de gerekmediği halde, objektiflere su içerken poz veren Reisi Cumhur'umuzun fotoğraflarıdır beni tahrik eden…

Ben burada, kimseyi oruç tutup tutmamakla yargılamıyorum. Fakat, seksen yıllık devlet geçmişimizde, bir Ramazan günü halkının karşısında, oruç tutmadığının altını çizmek istercesine uluorta "su içen" başka bir devlet başkanımız yok… Halkının kutsallarıyla bu kadar açık ara bariyer kurabilmiş nadir bir kişi olarak tarihe geçirttiği o fotoğraf… Su'ya dair tarihi kalp kırıklığımızı bir kere daha hatırlattı bana da, bu yüzden yazıyorum…

İlla su…
İnsanların su içmediği, içemediği, su ile imtihan olduğu, suya yasaklandığı bir vakitte, göstere göstere su içmenin ardında, çok açık bir kötü kalplilik duruyor zira. Hele ki su'yun, çok önemli imgesel bir arka planı varsa içinde yaşadığınız toplumun nazarı itibarında… Size de bir devlet idarecisi olarak o hatıraya hürmet etmek düşer, zira siz bu milletin aynadaki aksi gibisiniz… Siz milleti temsil ediyorsunuz, siz o inançlarını, batıl ya da dini olsun hiç umursamadığınız, hatırını hiç önemsemediğiniz ve sormadığınız, hatta aşağı bulduğunuzu hemen her fırsatta ifade ettiğiniz o milletin bir parçası ve simgesisiniz… Siz devlet reisimizsiniz. Bizi sevmeseniz de, sevdiklerimizi sevmeseniz de bu böyle…

Biz Ehli Beyt'i çok severiz efendim, biz cennetin Efendisi Hüseyn'imizi de (ra) çok severiz efendim… Ve biz, ona Kerbela günü bir avuç suyu çok görenleri hiç sevmeyiz. Ona dünyayı dar edip, ciğerlerini susuzlukla kavuranları, onu ve kundaktaki evladını dudaklarından avuçlarından oklayarak suya yasaklayanları da hiç sevmeyiz… O, yanarken, kana kana su içenleri de… Hiç ama hiç… Ne sevdik ne affettik…

Oruç, Hüseyn'e yaklaşmaktır biraz ve onun susuzluğuna… Oruç, Kerbela giysisini giyinebilmektir biraz… Oruç, yapayalnız bırakılmayı prova etmektir biraz…

İslâm da güzel ahlaktır. Dolayısıyla, oruç dışı zamanlarda bile, edepli ve ölçülü olmayı davet eder iç sesimiz… Bu yüzdendir ki, sahir zamanlarda bile, "su içerken" dahi, "dikkate" davet eder, büyüklerimiz bizleri…

Ben, cumhurbaşkanımızın bir Ramazan günü, su içişini seyrederken, en çok bunları hatırladım. İçimde tuzla buz olan bir şeyleri, büyük bir şangırtıyla kırılan, darılan bir ruhun sesini işittim. Avuçlarım, Kerbela'da vurulan Ehli Beyt gibi sızladı…

Vakit Gazetesi. 29 Kasım 2003

Alinti: Nurbaki.Com


tahin

03 June 2006

Diyalog!

tahin:Dülülü dülülü (Ladybird'u ariyor:))
Ladybird:
Hello?
tahin:
Hello..
Ladybird:
hahahhahahah
tahin:
hahahahahh
Ladybird:
!?
tahin: ?!

bıdı bıdı... vıdı vıdı...

Ladybird:
Atilla bey X'e calisiyormus gibi gorunuyor ama istihbaratci sanirim o.
tahin: Baharatci mi? Ben baharatci falan gormedim!
Ladybird: Hahahaha!

bıdı bıdı... vıdı vıdı...

Ladybird: Can alan kimdi? Deccal degil de...
tahin: Azrail?
Ladybird: ?!
tahin: Haaa Cellat!





tahin,
saskin

02 June 2006

Nur'u Baki Nurbaki!


Hocam'a;

Beni görmeyen ne talebelerim var da haberiniz yok.


demissiniz ya...


ıklar ölmez!


*İnna lillahi ve inna ileyhi raciun*



tahin

01 June 2006

O taşlardan bize de getir Abdullah!

Arif Çevikel

06/02/2006

Bekir Fuat, yine yapmış yapacağını. İHH adına ümmetin mağdur ve mazlum çocuklarına ulaşmak için uzun yola çıkmaya hüküm giymiş olan Abdullah Aytemiz'i konuşturmuş (Gerçek Hayat, 27 Ocak/2 Şubat 2006). Ne de iyi etmiş. Okuyanlarınız almıştır alacağını. Ben okumayanlarınız için söyleşinin içinden bazı bölümleri köşeme taşımak istiyorum. Gönlüm bu ibretli tecrübeyi paylaşmamı emretti. Gönül ferman dinletir de, gönül ferman dinlemez.

Pakistanlı Musa yetimhanede kalıyor. 14 yaşında. Türkçe de dahil 7 dil biliyor. İHH'lı ağabeylerine tercümanlık bile yapıyor. En büyük hayali, Türkiye'ye gelip burada okumak. Abdullah anlatsın: 'Pakistan depreminden sonra, Türkiye'den giden sivil toplum örgütlerinde tam mesai çalışıyor. En son gittiğimizde ne yaptıklarını sorduk, 'Abi, yetim çocukları arıyorum, yoksa gaçırıyorlar' diyor. 'Ne yapıyorlar kaçırınca?' deyince, 'Ayıp şeyler yapıyorlar (seks tacirlerini kastediyor)! Bir de organlarını falan alıyorlar (Organ mafyası)' diyor.

Musa'nın şöyle bir de fonksiyonu var: Pakistan'da şu anda yetimleri toplayıp yetimhane açma yetkisi, Pakistan hükümeti tarafından sadece İHH'ya verildi. Sen istiyorsun çocuğu, ama güvenip vermiyorlar çocuğu sana. Çünkü sen Urduca veya kabile dillerinden hiçbirini bilmiyorsun. İşte bu noktada Musa giriyor devreye. Musa onlara anlatıyor; kendisinin bir yetimhanede kaldığını, Türkiyeli Müslümanların ona baktığını... Bir bakıyorsun, Musa çocuğun elinden tutmuş geliyor. Musa sanki yetimler için yaşıyor, sanki kendini yeniden yaşıyor...' Bekir, bu sözler karşısında 'Musa'yı getirip burada Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü yapalım yahu...' diyor. Benim teklifim daha makul: Genel Müdürü gönderelim, Musa'dan brifing alsın...

'Hayalleri ne çocukların?' sorusuna gelen cevaba bakın: 'Kosova'da, Priştina'da Allaaddin Medresesi diye bir yer var. Sırplar, ilahiyat olarak kabul ediyor burayı. Üç kızla röportaj yaptık. Kızlar Türkiye'de ilahiyat okumayı düşünüyorlar. Yaşları daha küçük, başörtüleri falan var. Kızlara, Türkiye'de başörtüleriyle okuyamayacaklarını, başörtüsünün okullarda yasak olduğunu söyledim. Onlar da bana, 'Biz, Sırpların egemen olduğu bir ülkede, zulmün olduğu, katliamların yapıldığı bir yerde başörtüsüyle okuyabiliyoruz ama!' dediler.' Siz olsanız Abdullah'ın yerinde, bu kızlara ne derdiniz? 'Bizde bazı Sırplar var ki, sizinkilerden daha beter!' 'Türkiye'yi de Sırplar yönetirse, o zaman belki örtünüzle okursunuz!' 'Aaaaah! Oooof!' .... Hangisini derdiniz? Yoksa hançer keskinliğinde bir sükûtla mı karşılardınız?

Ya şu hikâyeye ne dersiniz: 'Kenya'da tek başına mücadele eden bir adam vardı. Yaptığı şey şu: Bir şeyler söylüyor, çocuklar da tekrar ediyor. 'Allah bize yeter!' diyor, çocuklar tekrar ediyor. 'Muhammed O'nun kulu ve Rasûlü'dür' diyor, tekrar ediyorlar. 'Allah bize namazı emretti' diyor, tekrar ediyorlar... Sonra çocuklara şeker dağıtıyor. Misyonerlerin okullarında ise, o bölgenin şartlarına göre imkânlar çok iyi. İyi kötü yatakları var, pikeleri var, en önemlisi yemek veriyorlar. Müslümanlar, çocuklarını, bakamadıkları için bu okullara veriyorlar. Bu çocuklar da Hıristiyan oluyor. Bölgede o bölgenin dilinde Kur'an-ı Kerim yok. Ağaçlardan levhalar yapmışlar; hafızlar bunlara yazıyor, çocuklar da alttaki satıra tekrar ediyor. Çünkü defter bile yok...' O çocuklara cümlesini tekrar ettirip şeker dağıtan adamın derdini anladınız, değil mi?

Son hatıra Filistin'den. Abdullah, Yâsir Arafat'ın misafiri olarak gittiği Filistin'de çocuklara, 'Size Türkiyeli Müslümanların selâmını getirdim' diyor ve ekliyor: 'Türkiye'ye götürecek hediye istiyorum sizden, bana en değerli hediyenizi verin' diyor. Filistin'in asil çocukları boyunlarını büküyorlar. Zira hiçbir şeyleri yok verecek. Devamını nakledeyim: 'O kadar mahzunlar ki, bunun üzerine dayanamayıp 'Taş istiyorum taş!' dedim. Bunun üzerine yerlerinden fırladılar; bir yandan marş söyleyip taş kırdılar bana vermek için. O zaman bir kucak dolusu taş getirdim Kanal 7'deki arkadaşlara.' Gözlerim parladı.

O taşlardan şimdi elimizde olsaydı da, vurdumduymaz Müslümanların eline tutuşturup, 'Alın, başınızı bu taşlara vurun, belki aklınız başınıza gelir!' diye haykırsaydık. Avazım çıktığı kadar bağırmak geliyor içimden: Abdullah, o taşlardan bize de getir!..


MustafaIslamoglu.Com




tahin